“Contratiempo”(2016), isminin de çağrıştırdığı gibi amiyane tabirle kontralarla dolu bir film. Yönetmen Oriol Paulo belli ki bu hikaye biçimine büyük bir önem ve ağırlık veriyor. Esasında yüzyıllar önce Yunan filozof Aristoteles’in Poetika adlı eserinde belirlediği ana hikayeleme araçlarına dayanıyor bu biçim. Bu araçlar ise ‘tanınma’ (anagnorisis) ve ‘baht dönüşü’ (peripetie). Tanınma ile hikayede yeni bir bilgi ortaya çıkar ve bu bilgi ile birlikte bütün durum değişir; baht döner. Tanınma, bilgisizlikten bilgiye geçiştir. Mesela bir bilgi açığa çıkar ve birden katilin sandığımız kişi olmadığını anlarız. Bir bilgi açığa çıkar ve baştan beri takip ettiğimiz öykünün içinde başka bir iş olduğunu keşfederiz. Baht dönüşü ise eylemlerin düşünülenin tam tersine dönmesidir. Bu iki ana araçla karmaşık bir öykü kurulur. İşte Paulo da hikayesini bu öyküleme araçları üzerinden kuruyor. Böylece izleyiciyi şaşırtıyor, heyecanlandırıyor, vay be meğerse böyleymiş, ne kadar zekice falan dedirtiyor. Bunun karşılığını da gişede buluyor. Contratiempo dört milyon avroluk bütçesine karşın dünya çapında otuz milyon dolar civarında bir hasılata kavuşarak yapımcılarına büyük kar getirmiş. İtalya, Hindistan ve Kore’de yeniden çevrimleri yapılmış. Demek ki formül işe yaramış.
Peki bu hikaye formüllerinin dışında filmde ne var derseniz fazla bir şey olduğunu söyleyemem. Filmin hikayesi, kabaca bir anlatımla biri diğerini tetikleyen iki ölümün ardından, ana karakter başarılı ve genç iş adamı Adriano Doria’nın suçlu olup olmadığı ikilemine dayanıyor. Film bu ikilemi sonuna kadar süsleyerek ve izleyiciyi gerçeğe dair paralel olasılıkların birinden ötekine sürükleyerek devam ediyor. Adriano Doria evlilik dışı bir ilişki içinde olduğu Laura Vidal’i öldürmek suçlamasıyla tutuklanmış ve kefaletle serbest bırakılmıştır. Esasında durum ve bütün deliller aleyhinedir. Bunun üzerinde mahkemede yapacağı savunmayı oluşturmak üzere bu konuda uzman ve kariyerinde hiçbir dava kaybetmemiş avukat Virginia Goodman’la anlaşır. Goodman onu ziyarete geldiğinde ise yeni bir tanığın ortaya çıktığını ve bu tanığın mahkemeye ulaşmasının an meselesi olduğunu, savunmalarını oluşturmak için sadece üç saatleri kaldığını belirtir. Böylece bu üç saat içinde geri dönüşlerle Doria’nın itirafları, hatırladıkları ve Goodman’ın akıl yürütmeleri üzerinden hikayenin başından beri neler olduğunu veya daha doğru bir tabirle neler olmuş olabileceğini izleriz. Yeni bilgiler açığa çıktıkça hikaye katmanlaşır ve hikayeye her seferinde farklı bir boyut eklenir. Filme dair keyif kaçırıcı bir açık vermeden hikaye ancak böyle tanımlanabilir.
Fakat bu açığa çıkan bilgiler ve baht dönüşleri hikayeye ek boyutlar kazandırırken film pek boyut kazanamıyor. Bunun nedeni ise alt metnin zayıflığı ve basitliği. Evlilik dışı bir ilişkinin saklanma çabası ve zengin bir adamın hayatını alt üst edebilecek bir durumdan gücü vasıtasıyla kurtulma arayışı dışında hikayeyi derinleştirebilecek bir alt metin bulunmuyor ki bunlar da çoğunlukla yüzeysel biçimde işlenmiş. Fakat yine de konuya bir bakalım, hikayenin bilinçdışını biraz kurcalayalım.
Adriano Doria teknoloji alanındaki şirketiyle büyük başarılar kazanan genç bir iş adamıdır. İspanya’da yılın iş adamı seçilir. Genç, yakışıklı, düzgün fizikli, iyi giyinen, başarılı bir girişimci. Çağın ruhuna uygun bütün iyi özellikleri taşıyor. Kapitalist sistemin öne çıkarabileceği örnek bir model. Genç yaşında işinin zirvesine çıkmış, bir taraftan da mutlu bir aile kurmuş. Ama belli ki bunlar Doria’ya yetmemiş. Hep daha fazlasını istemesini salık veren zamanın ruhu içine işlemiş ve bir de evlilik dışı ilişkiye başlamış ki ilişkide olduğu kadın da evli bir kadın. Böyle bir şeydir zamanımızın ruhu. Hem bazı modelleri bize dayatır (mükemmel bir aile, ev, iş) hem de hep daha fazlasını aramamızı öğütler. Kendi içinde çelişkilidir. Fazlasını ararken ise her yol mubahtır. Ya da belki modellere uymaya çalışırken fazlasıyla sıkılmıştır Adriano Doria. En başarılı iş adamı, en iyi aile babası olmuştur ama sanki bir şeyler sahtedir. Her şeyin olması gerektiği gibi oluşu bir tür yanılsamadır. O da farklı bir heyecan, gerçek bir duygu yaşamak ister ve evlilik dışı bir ilişkiye başlar ki ilişkide olduğu kadın da evlidir. Adriano’nun filmin bir noktasında ağzından çıkanlar ise bu durumu özetler: “Yokluktan gelip zirveye çıkmış, gençlere örnek bir iş adamıydım. Ama bu dışardan böyleydi. Bir süredir için için çürüyordum.”
Bütün olayları tetikleyen olay ise bir araba kazası. Adriano ve Laura bir otelde kaçamak yaptıktan sonra dönüş yolunda bir geyiğin yola fırlaması sonucu karşıdan gelen bir araca çarparlar ve aracın sürücüsü ölümcül biçimde yaralanır. Bu noktada bir seçim yapmak durumunda kalırlar. Ya vicdanlarını seçecek, polis ve ambulans çağıracaklardır, ya da onları toplumda başarılı kılan, başarı için her yolu mübah gören soğuk akıllarını tercih edecek ve olayı örtbas etmeye girişeceklerdir. Onlar ikincisini seçerler. Zira eğer olay ortaya çıkarsa kariyerleri ve aileleri tehlikeye girecektir. Kariyer ve aile ise toplum tarafından kutsanan, kaybedilmemesi gereken iki değerdir. Bu iki değeri kaybetmedikleri ve işler tuttukları sürece ise perdelerin arkasında ne yaptıklarının, karanlık gölgelerde neler olduğunun bir önemi yoktur. Önemli olan açığa çıkmamalarıdır. Laura’nın da ‘iyi’ bir aile yaşantısı vardır ve o da kapitalist düzeni epey yansıtan bir işe sahiptir; moda fotoğrafçısıdır.
Geyik sembolü filmde kritik bir yerde daha ortaya çıkar; Adriano olayı örtbas ederken. Bu bakımdan geyik vicdanı sembolize etmektedir ki filmdeki hemen hemen tek güçlü imgedir. Evlilik dışı bir ilişki yaşayan ve bundan suçluluk duyan Adriano ve Laura, geyiğe çarptıklarında bir anlamda vicdanlarına çarparlar. Olayı örtbas ederken bir anlığına geyiği gören Adriano ise bir anlamda vicdanını hatırlar fakat onu görmezden gelir. Toplumun öne çıkardığı değerleri korumak söz konusu olduğunda vicdan önemsizleşir. Sonraki süreçte ise adalet de önemini kaybeder. Adalet sadece aldatılması gereken bir mekanizmadır, en iyi avukatı tutarak ve delilleri karartarak bu aldatma gerçekleştirilebilir. Güçlü olan adaleti aldatma araçlarına sahip olur. Dahası, bu durumda adaleti arayan kurbanlar da diğerlerini aldatarak buna ulaşmak zorundadır (ki filmin sırlarını açık etmeden ancak bu kadarını belirtebilirim). Filmdeki baht dönüşleri ise bu karşılıklı aldatmalardan ibarettir. Aldatmak suçlu için de kurban için de mübah sayılmıştır. Daha güçlü, daha gözükara, daha kurnaz olan kazanır. Bu ise aslında her şeyin içten içe çürüdüğünün bir kanıtıdır. Ne vicdan kalmıştır ortada ne adalet. Bütün bunlar koca bir yanılsamadan ibarettir. Sömürü üzerine kurulan bir düzenin ayakta kalmak için sürekli olarak tekrar ürettiği yalanlardır bunlar.
Evet, zenginler sömürü üzerinden kazandıkları sermayeyi korumak için her şeyi, adaleti ve vicdanı görmezden gelebilirler. Fakat ‘masumlar’, yani kurbanlar da kendilerince adaleti ararken türlü dolaplar çevirebilirler. Aslında pek kimse de masum değildir. Herkes, aynı oyunun farklı parçalarıdır. Aslında herkes sömürü düzenini görmezden geldiği için farklı ölçülerde suçludur. Film de bir anlamda bu suçluluk duygularının somuta dönüşmüş halini anlatır. Gerçek suçlar soyut bir suçluluğun somut anlatıma dönmüş halidir. Farklı olasılıklarla farklı açılardan anlatılan hikaye iki tarafın da suçlu olma olasılıklarını gösterir. Belki yönetmen Oriol Paulo bunların hiçbirini düşünmemiştir, belki düşünmüştür bilemeyiz. Ama bilinçdışı da böyle bir şeydir, düşünülmeyen fakat farkında olmadan bilincimizin ötesinde anlam bulan gerçekleri yansıtıverir. Belki filmin gişede bu kadar başarılı olmasının ardında dışarıdan yüzeysel görünen ‘kontra’ların yanı sıra bu bilinçdışı göndermeler de etkindir. Belki de herkeste, içimizde ve içinde yaşadığımız düzende gittikçe ilerleyen çürümeyi görme arzusu bir dereceye kadar vardır. Ancak film pek de bu arzuyu olumlayıcı biçimde bitmez. Daha iyi aldatanın, gözünü daha çok karartanın kazandığı bir sonla biter film. Böylece bilinçdışı uzantılarında eleştirme potansiyeli taşıdığı düzeni doğru dürüst eleştiremez. Seyircinin içini ferahlatacak bir tas su döker sadece, kolaya kaçar.
Contratiempo, belirli potansiyeller taşıyan, ‘başarılı’ bir gişe filmi örneği fakat daha fazlası değil. İspanyol Sineması içindeki yeri de bu kadar. Senaryosunun gücüne dayanan bir film ve sinematografik anlamda da sıradan. Elbette İspanyol Sineması’nın çok daha değerli örnekleri var. Fakat yine de eli yüzü düzgün gişe filmleri çıkarabilmeyi başarmak da bir ülke sinemasının seviyesini ölçerken bakılması gereken bir yön. ‘Kontra’lardan hoşlanıyor ve benimkilerle karşılaştırarak kendi değerlendirmelerinizi yapmak istiyorsanız Contratiempo’ya bir şans verebilirsiniz.
Be First to Comment