DİĞER HER ŞEY GİBİ

“- Ne dedin?

  – Hayat çok garip diyordum, açıklanamaz gizemlerle dolu.

  – Yani… Diğer her şey gibi işte.”

“It’s like anything else.” Filmin son cümlesi, hayat hakkında bir taksi şoförünün ağzından dökülen kelimeler. “Anyhting Else”, Woody Allen’ın 2003 yapımı filmi. “Herhangi başka bir şey” diye de çevrilebilir belki, birebir tercümesi tam uymuyor Türkçe’ye. Ama filmin Türkçe adı “Yok Ya!” ile uzaktan yakından bir alakası olmadığı da kesin.

Film, 2000’lerin New York’unda yaşayan genç bir yazarın bocalamalarını ve etrafındaki insanlarla olan problemli ilişkilerini anlatıyor. Alışıldık bir Woody Allen karakteri bu; nevrotik, entellektüel, Yahudi asıllı bir New York’lu genç yazar. Bir fark var ki Woody Allen artık bu rolü oynamak için çok yaşlı ve bu tarz bir rolü ilk defa kendisinden başka birisinin oynaması için yazıyor. “American Pie” adlı ergenlik mizahı serisinin başrol oyuncusu Jason Biggs role uygun görülüyor. Woody Allen ise genç yazar Jerry Falk’a tavsiyelerde bulunan arkadaşı ve akıl hocası David Dobel rolünde. Dobel yazarlık için mesleğinden ayrılacak cesareti kendinde bulamayan bir öğretmen. Biraz paranoyak, biraz başa bela ilginç bir adam. Genç yazar Jerry’nin sevgilisi Amanda karakterini sıradışı kadın rolleriyle aşina olunan Christina Ricci canlandırırken Jerry’nin beceriksiz menajerini de usta komedi oyuncusu Danny Devito oynuyor.

Gösterildiği sene yeterli ilgiyi göremeyen, tam anlaşılmayan, bir yere oturtulamayan bir film bu. Kimilerine göre belki Woody Allen’ın en gereksiz filmi. Başrolde “American Pie”ın yıldızı, posterinde dev bir kalp içinde Christina Ricci, Woody Allen filmde oynuyormuş ama ufak bir rolde, romantik komedi mi yoksa değil mi, aşk hikayesi herhalde gibi gibi türlü akıl karıştırıcı unsur var filmin sunuluşunda. Diğer taraftan bütün bu hazır yargılar bir tarafa bırakılıp izlendiğinde, Woody Allen’ın defalarca anlattığı bir karakteri farklı bir yorumla ele aldığı ve esasında insan ilişkileri üzerine psikolojik gözlemler içeren ve ana hikayesi de tamamen bir psikolojik değişim üzerine oturan -ne bir romantik komedi ne aşk filmi- sadece bir başka Woody Allen sineması örneği. 2000’lerin New York’unu ve yeni kuşakları da anlatmıyor. Bedenler 2000’lerde belki ama ruhlar 70’lerden, 80’lerden, Woody Allen’ın her zamanki meselelerinden.

Ve kendisi için yazmaya alışık olduğu bir karakteri genç bir oyuncuya teslim etmesiyle de Woody Allen sinemasında yeni bir dönemi başlatıyor. Allen’ın daha sonra başka bir çok farklı erkek başrol oyuncusuyla çalışacağı dönem bu filmle başlamış oluyor. Filmlerinin ekseriyetinde başrolü kendisi oynayan, özellikle de kendi kişiliğinin bir yansıması olan o çok konuşan, takıntılı, hem nevrotik hem komik karakterin değişik versiyonlarını canlandıran Allen, 70 yaşına yaklaşırken ekran personasını genç oyunculara devretmeye karar veriyor. Jason Biggs, Allen’ın sonraki bazı filmlerinde yer alan Jesse Eisenberg kadar iyi bir oyuncu değil tabi ki. Ancak o üzerindeki tam geçmemiş ergenlik hali ve şaşkın ifade ile karaktere farklı bir özellik katıyor. Filmdeki durumların absürtlüğünü daha da keskinleştiriyor. Böyle bir filmin ihtiyacı da bu zaten, bu bir Woody Allen filmi; psikolojik derinlik oyuncu performanslarıyla değil hikaye ile oluşuyor. Böylece Allen’ın tipik karakterine de farklı bir yorum gelmiş oluyor. Daha edilgen, tam anlamıyla Allenvari bir entellektüel çenebaza da dönüşemeyen (bu açığı Allen’ın canlandırdığı Dobel karakteri kapatıyor) çocuksu, beceriksiz ve naif bir ergen gibi Jerry Falk karakteri. Filmin öyküsü de onun bu ergenlik halinden bir türlü çıkamaması ile ilgili. İnsanlarla ilişkilerinde hep maruz kalan, sağlıksız biçimde bağlanan, kendisine zarar veren bağlardan kurtulamayan, kendisini korumak için ayağa kalkamayan, büyüyemeyen genç bir adam. Kız arkadaşı, menajeri, psikiyatristi, her kimle ilişkide olursa olsun sanki hep kullanılan, sömürülen, haksızlığa uğrayan taraf o.

Filmde bu durumları yüzüne vuran, onu diğerlerine karşı harekete geçirmeye çalışan tek kişi ise yaşlı dostu David Dobel. Pek bir anlam ifade etmeyen garip özlü sözlerine, çarpık hayat tavsiyelerine, türlü paranoyalarına rağmen Jerry’nin büyümesine yardım etmeye çalışan yegane kişi o. Dobel’i canlandırırken Allen, başka bir oyuncu üzerinden yansıması pek de kolay olmayan kendine has mizahını yine konuşturuyor, karakterin trajikomik hallerinde hem kendisiyle alay ediyor hem de kara mizahın dozunu artırıyor.

Ve Amanda; Jerry’nin sınırlardaki, huzursuz ruhlu, çekici olduğu kadar da her an başına duygusal belalar açabilecekmiş gibi duran sevgilisi. Daha bir çocuk oyuncuyken “Adams Ailesi”nin küçük kızı rolünü oynayarak “anormal” karakterlere olan yatkınlığını gösteren, “Prozac Toplumu”nda depresif hali perdeye yansıtan Christina Ricci, -Allen’ın erkek bakış açısından yazılmış olan- bu karmaşık kadın karakterini de başarıyla canlandırıyor. Woody Allen iyi bir gözlemci, özellikle belli ki kendisi ve çevresine dair gözlemlerinde belirli erkek ve kadın tiplerini yıllar boyunca çok iyi çözümlemiş. Alışılageldik erkek ana karakterlerinin yanı sıra, duygusal bir denge yakalamakta zorlanan, içsel çalkantılarıyla boğuşan kadın karakterleri yazmakta da usta. Bu ustalığını en çok da 2013 yapımı “Blue Jasmine” filminde Cate Blanchett tarafından canlandırılan Jasmine karakterinde sergilediği söylenebilir. “Anything Else”deki Amanda, Jasmine kadar derinlikli ve içeriden yazılmış bir karakter değil. Jasmine’e kıyasla daha karikatürize çizilmiş bir portre, daha çok Jerry’nin sorunlarını abartılı biçimde göstermekte ve içine düştüğü absürt halleri oluşturmakta rol oynuyor. Ancak yine de bu abartılı halinin altında yatan gerçekliği de izleyiciye hissettiriyor.

Amanda, arzularının önüne ket vurmayacak kadar cesur fakat arzuları hakkında kendine bile yalan söyleyebilecek kadar ikilem içinde, ilişkinin taze dönemlerinde sevgilisine tutkuyla derin bir bütünlük hissi yaşatan ve fakat çarçabuk kaybolabilen ilgisinin ardından etrafına duvarlar ören, arzusu kolayca yön değiştiren, gerçek bir sevgi ilişkisi kuramayacak gibi görünen, Jerry’ye ne yapsam olmuyor dedirten bir kadın.

Diğer taraftan Jerry ise insanlara bağlanan ve onu tek başına kalmaktan koruyan bu bağlılıkları sorgulamadan onu güvende tutacağını sandığı ilişkilerine sığınan birisi. Yasak aşk olarak başlayıp uzun soluklu bir ilişkiye dönen birlikteliklerinde artık aylardır onunla sevişmeyen sevgilisi, tek müşterisi Jerry olan ve ona doğru düzgün bir yazarlık işi getiremeyen menajeri, saatine bakıp durmak ve kendi sorularını yine ona yönlendirmekten başka ona pek bir faydası yokmuş gibi görünen psikanalisti bu bağlılıkların filmdeki temsilleri.

Kız arkadaşı Jerry’nin dairesine taşınmış, bir de üstüne müzisyenlik hayalleri kuran annesi davetsiz bir misafir olarak gelip salonun yarısını işgal etmiştir. Menajeri tek müşterisinin Jerry olduğunu vurgulayarak onu bırakmasının önüne duygu sömürüsüyle manevi bir engel koymuş ve fakat kariyerinin bir yere varmasına da yardım etmemektedir. Bunlar, Jerry’nin hayatında genel olarak bir tıkanma halini gösterir. Psikanalisti ise saatlik ücretini almaya devam etmekte fakat Jerry bu terapiden pek bir fayda görüyor görünmemektedir. Hatta Woody Allen tarafından canlandırılan akıl hocası Dobel, onun terapiyi gerçek hayatın önüne koyduğunu söyler. Yani terapi de bağlandığı, sığındığı bir kucaktır. Kararlar almaktan, değişimden, gerçek hayattan kaçmak için ona bir oyalanma alanı veren bir başka bağımlı olma halidir. Ve Jerry bu konuların herhangi birinde bir değişiklik yapmaktan, karar almaktan acizdir.

Varoluşçu esintiler içeren “derin” bir roman yazma düşüncesiyle her gün bilgisayarının başına otursa da bir türlü ilerleyemez. Diğer tarafta ise somut bir para kazanma aracı olarak komedi yazarlığı durmaktadır. Dobel’in dediği gibi Jerry gerçek hayatın yerine terapiyi koyuyorsa eğer, somut olarak geçimini sağlayacak komedi yazarlığının yerine de idealize bir hedef olan romanını yazmayı koymaktadır. Eksiklik hissi, bütün olmaya duyulan arzu, hayatın sorumluluğunu almanın korkutuculuğuna karşın anne karnının sıcak güven hissine dönüş isteği, kendini Jerry’nin bütün seçimlerinde ve ilişkilerinde gösterir. Elle tutulur, somut, kiriyle pasıyla gerçek hayatı yaşamaktansa psikanalizde eldivenlerle laboratuvar ortamında hayatın kafasındaki imajını incelemek, iyi veya kötü, para için veya sanat için gerçekten oturup bir şeyler yazmaktansa “bir gün” yazacağına inandığı ideal bir romanla uğraştığını düşünmek bir kaçış ve korku halidir. İnsanların gerçek hallerindense onları kafasında tahayyül ettiği biçimde görmekte ısrar etmek, sırf onlardan yoksun kalmamak için başvurulan bir kendini kandırıştır.

İşte Jerry’nin bu halini gören komedi yazarlığı heveslisi yaşlı öğretmen dostu Dobel onun gerçekleri görmesi için çabalar. Ona sevgilisi, menajeri ve psikanalisti yani sağlıksız bağlılıkları hakkında türlü tavsiyeler verirken komedi yazarlığına faal biçimde devam etmesi için de onu ikna etmeye çalışır. Yani Jerry’nin gerçekten kaçışının ve gaflet uykusunun karşısında Dobel şapşal haliyle de olsa bir çeşit gerçeğe çağrıdır.

Etrafındaki kişilerle ilişkilerini sağlıksız kılan nüve ise esasında Jerry’nin kendisindedir. Evliliğe doğru giden sorunsuz bir ilişki içerisindeyken bir arkadaşının sevgilisi olan Amanda ile tanışmış ve bir anda ona aşık olmuştur. Ciddiyet, düzen, huzur, belki halihazırdaki ilişkisinin evliliğe doğru gitmesi onu korkutmuş, tam da bu sırada karşılaştığı Amanda’nın uçlarda gezinen tavırları ona heyecan ve bir kaçış sunmuştur. “Normal” beklentileri olan ve ilişkide “normal” bir mesafeyi koruyacak bir insana uzun süreli bir bağlılık ona sıkıcı ve korkutucu gelirken mesafe bırakmayacak şekilde yakınlaşabileceği –böylece özlem duyduğu bütünlük ve güven hissini sahte biçimde yaşayabileceği- insanlarla kurduğu sağlıksız bağlılıklarla kendisini kuşatır. İki uçlu bir meseledir bağlılık. Ya heptir ya hiç. Ya sonsuz bir doyumsuzluktur ya sonu gelmez bir açlık orucu ve döngü içinde ikisi birbirinin sonucu.

Ve Jerry’nin boşluklarını Amanda doldurur, arzu ettiği boşluk bırakmayan yakınlığı sevilmek ve ilgi çekmek için çırpınan haliyle sağlar. “Aşk” başlar. Amanda ilginçtir, sıradışıdır, arzuludur, ilgi ve sevgi doludur vs. Ama bu heyecan, bir anda gelişen bu aşırı yakınlık, bütünlük ve kendinden geçme hali, ilişkileri gizli bir maceradan “sıradan” bir birlikteliğe dönene kadardır. Amanda hemen ilişki içinde sıkışmış hissetmeye, yeni heyecanlar aramaya başlayacaktır. Fazla kilosu olmamasına rağmen şişman olup olmadığı konusunda takıntılı, bu takıntısına rağmen kötü hissetttiğinde doymak bilmezcesine bulduğu her şeyi yiyen, sesinin güzel olduğunu düşünmesine rağmen şarkı söylemekten kaçmak için türlü bahaneler uyduran, bir beceri veya iş edinememiş, kendine güvensiz, kim olduğu konusunda kararsız, git-geller içerisindeki Amanda, bir ayrılık döneminde başka bir birliktelik yaşayacak, sonra hiçbir şey olmamış gibi Jerry’ye geri dönecek, sonra yine ona ilgisini kaybedecek ve yine aldatacaktır. Sınırda bir kadın mı? Sınır kişilik bozukluğu mu, borderline mı? Bilmiyorum. Zaten böyle tanıların nerede başlayıp nerede bittiği kesin olarak bilinemez herhalde, hele de bi film karakteri söz konusuysa. Ama evet, kendi kısır döngülerine hapsolmuş, sorunları olan bir kadın Amanda. Ve bütün bu hallerine rağmen kendini görünürde ilgi çekici, sıradışı ve cazibeli kılmayı başaran birisi. Kim bilir, belki hayatına kanalize edemediği bütün enerjisini bu yönde kullandığı, karşısındakini etkilemek, çekmek onun ana motivasyonu olduğu için. Ve bütün bu çabanın arkasındaki büyük boşluğun karanlığı kendisini de korkutuyor, manyetik kutupları mütemadiyen yer değiştirir gibi birisini kendisine doğru çekip yaklaşmaya başladığında onu tekrar itmeye ve uzaklaşmaya hazırlanıyor. Bu kısır döngü içinde bir gezegenden öbürüne koca bir boşlukta savrulup duruyor. Filmde Amanda’nın annesinin yer alması da pek boşuna olmasa gerek. İnsanın ilişki kurma biçimini belirleyen ilk deneyim olan anne ile ilişki eksik veya sağlıksız biçimde kurulmuşsa, bebeklikte, çocuklukta anne ile sağlıklı bir sevgi ilişkisi yaşanamamışsa yetişkinlikte türlü ruhsal azaplar çekebiliyor ve çektirebiliyor insan. Amanda’nın annesi de filmde sergilediği kişiliğiyle ona huzurlu ve güvenli hissettiği bir bebeklik ve çocukluk yaşatmamış gibi durmakta.

Filmin hikayesi aslında bütünüyle psikolojik dinamikler üzerine kuruludur, karakterler de sanki bu dinamiklerin anlatımı için üretilmiş araçlardır. Filmde zaten hemen her şey araçsaldır, pek çok durumda da birer metafordur. Bunun en güzel örneği Jerry’nin garip akıl hocası Dobel’in ona bir tüfek hediye etmesi hadisesinde görülür. Dobel biraz paranoyaktır, bu dünyada sürekli tehlike altında olduklarını ve korunmaları gerektiğini düşünür; Jerry de korunmak için evde bir silah bulundurmalıdır. Mesela kendisi n’olur n’olmaz diye evinin her odasında birer silah bulundurur. Jerry’yi bir silaha ihtiyacı olduğuna ikna eden Dobel ona ikinci el bir tüfek hediye eder. Yanında da ona içinde el feneri, pusula gibi araçların olduğu bir “hayatta kalma seti” alır. Hikayenin görünür yüzeyinde Dobel’in bir acayipliği, absürt bir komedi unsuru gibi duran bu tüfek meselesi esasında epey anlamlıdır. Etrafındaki insanlara dair Jerry’yi sürekli uyaran ve uyandırmaya çalışan Dobel’in ona bir tüfek hediye etmesi aslında kendini korumaya yönelik bir çağrıdır. Diğer insanların, onun hayatına bütün sınırlarını ihlal edecek kadar girmesine, müdahale etmesine, ondan faydalanmasına, onu sürüklemesine karşı artık bu edilgen halden vazgeçmesi için bir çağrı. Fallik nesne olan silaha sahip olmak bu anlamda kendi sorumluluğuna ve hayatını idare etme gücüne sahip bir yetişkin olmak, kendi kişiliğinin ve hayatının sınırlarını savunabilmek anlamına gelir. Hayatta kalma kiti de başkalarına dayanmadan, güvenli bölgelere sığınmadan hayata atılarak kendi başına hayatını kurabilme anlamını pekiştirir. Yoksa Jerry’nin de dediği gibi Manhattan’ın ortasında yaşayan birinin neden pusulaya ihtiyacı olsun ki; ama Jerry mecazi anlamda kaybolmuştur ve yolunu tekrar bulması için buna ihtiyacı vardır.

Tabi ki Amanda, Jerry’nin eve bir silah getirmesine karşı çıkar. Ama diğer anlamıyla Amanda Jerry’nin güçlenmesine, kişiliğine sağlıklı sınırlar çekmesine karşı çıkar. Jerry’nin psikanalisti, silah almanın aşırı bir davranış olduğunu, silahtan vazgeçmezse artık terapiye devam edemeyeceklerini söyler ama bu söylem de esasında edilgen halinden kurtulduğunda ve gerçekten hayatı yaşamaya başlayabildiğinde zaten terapinin mutlak bir ihtiyaç olmaktan çıkacağının ifadesidir.

Filmin bu görünenin ötesindeki anlatım yapısında bir adım daha öteye gidersek, Woody Allen tarafından canlandırılan Dobel karakterinin de aslında sadece Jerry’nin kafasının içinde var olduğu; daha doğru bir ifadeyle Jerry’nin kendi kendisini gerçekler hakkında uyarmaya çalışan bir parçası olduğu söylenebilir. Zaten Dobel, filmde çok nadiren Jerry haricindeki bir karakterin yanında görülür. Jerry Amanda’yı evde tüfek bulundurmaya ikna etmeye çalışırken ve menajerinden ayrılma konuşması yapmaya çalışırken oradadır ve ki bu iki sahne de Jerry’nin hayatına dair insiyatif alma çabasını gösterir. Dobel’in başka insanlarla iletişimde görüldüğü bir sahne daha vardır ki o da epey manalıdır. Filmin sonlarına doğru bir yerde, Dobel kendi park edeceği yeri kapan iki kabadayıya sinirlenir ve park yerine geri dönerek bir levyeyle kabadayıların arabasını haşat eder. Ona haksızlık eden kabadayılara karşı olayı sineye çekmektense sert bir karşılık verir. Bu sahneden sonradır ki Jerry de hayatındaki sağlıksız bağımlılıklara karşı insiyatif almaya ve keskin kararlar vermeye başlayacaktır. Yani Woody Allen “Fight Club”vari bir karakter bölünmesi numarasına başvurmadan gerçekçi görünümlü bir hikaye içinde Jerry ve Dobel karakterlerini bir kişiliğin iki parçası gibi kurar. Zaten Dobel’i kendisi canlandırırken, Jerry’nin de kendi gençliğinin bir versiyonu olması bu durumu aşikar kılar. Bir anlamda Dobel, hayatının iplerini alamadan yaşlanmış Jerry’nin temsili, içinde olduğu durumdan kurtulamazsa nasıl bir geleceğe yol alacağıyla ilgili korkuların vücut bulmuş halidir. Dobel yazar bile olamamış, sevmediği halde öğretmenlikte sıkışmış yalnız bir adamdır. Diğer taraftan bu korkuların vücut bulmuş hali olarak –korkunun gereği paranoyakça- Jerry’yi uyarıp durur.

Jerry hayatının iplerini eline almadan önce onu hayatında değişiklik yapmaya iten unsur da Dobel’in ona yaptığı bir tekliftir. Dobel öğretmenliği bırakacak, Jerry ise New York’daki bağlarını kesecek, roman yazma hayalini erteleyecek ve birlikte Los Angeles’a giderek komedi yazarlığı yapacaklardır. (Burada Woody Allen’ın kafasındaki ayrımı da yine görürüz. New York idealleri ile var olduğu, içine döndüğü yerdir. Los Angeles ise pragmatizmi, çıkar için yaşanan yüzeysel bir hayatı simgeler.) Dobel Los Angeles’la gerekli bağlantıları yapmıştır, iş onları beklemektedir. Ya da Dobel zaten Jerry ise Jerry yapmıştır ve iş onu beklemektedir. Bu teklif, bu çağrı, Jerry’nin yolunda gitmeyen, tıkanıklık içindeki hayatını değiştirmesi için bulduğu bir çözüm olarak ortaya çıkar. Bağlarını keser, sağlıksız ilişkilerini bitirir. Ve ne tesadüftür ki Jerry’nin hikayesinde ana işlevini yerine getiren, onun harekete geçmesini sağlayan, rolünü oynayan Dobel başını polisle belaya sokmuştur ve kaçmak zorundadır, Jerry ile gelemez. Böylece Dobel sahneden çekilir. Artık edilgen ve bağımlı halini arkasında bırakmak isteyen Jerry’nin hayatındaki değişim de şehir değişikliğiyle anlatıda yerini bulur. Jerry böylece New York’u terk edip Los Angeles’a giden bir uçağa binmek üzere taksiyle yola koyulur. Taksinin arka koltuğunda hayatıyla ilgili düşüncelere dalarken ve kendi kendisine konuşurken taksici kendisine bir şey dediğini sanar:

“- Ne dedin?

  – Hayat çok garip diyordum, açıklanamaz gizemlerle dolu.

  – Yani… Diğer her şey gibi işte.”

Açıklanamaz gizemleri uzak galaksilerde, kara deliklerde, kuantum fiziği teorilerinde sanırken insan, en açıklanamaz gizemler en yakınındaki insanlarla olan ilişkilerindedir. Ve gizem alanının büyüklüğü, gözün ne kadar gördüğü, aklın ne kadar kavrayabildiği ile ilintilidir. Diğer her şey gibi…

Psikesinema 22. sayı, Mart-Nisan 2019

MAD Written by:

Münir Alper Doğan. Yönetmen, Yazar

Be First to Comment

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *